Kayıtlar

Biz bi yerde yanlış yaptık!

Resim
2 hafta önce aklıma düşen bir mevzuydu bu. Buraya bu kadar geç yazmamın sebebi de malum, staj yapıyor olmam! O, bir başka yazının konusu olsun... Ben de öldüğümde arkamda birşeyler bırakmak istiyorum; hatırlanmak istiyorum... İnsanların çoğu gibi. Bu dünyaya geldim gidiyorum. Benim yaşadığıma dair bir iz kalsın diye düşündüğüm olmuştur çoğu zaman. Bunu başarabilen insanlarla dolu bir çevrede yetişiyoruz çünkü hepimiz. Sanatçılar yaptıkları eserlerle hatırlanıyorlar. Tarih derslerimiz var bi kere. Bütün ünlü liderleri öğreniyoruz, her yaptıklarıyla. Ve maalesef sadece güzel insanları hatırlamıyoruz. Sadece güzel günler yok, öğrendiklerimizin içinde. En ünlü seri katilleri hatırlıyoruz; en cani liderleri. Onlarla ilgili araştırmalar yapılıyor; kitaplar yazılıyor. "Bak yavrum, bir de böyleleri var; ne yazık ki biz bunlara da insan diyoruz!" dedirtecek sürüyle insanı tanıyıp biliyoruz. Artık kemikleri bile kalmamışken toprağın altında! İşte en büyük yanlış burada baş...

Hadi özlem giderelim!

Resim
İki final arası bi film izleyeyim de beynim açılsın diyorum. Neler varmış diye bakıp Unthinkable 'ı izlemeye niyetleniyorum. Başlıyorum izlemeye; ilk sahne bir kamera çekimi ile başlıyor. Adamın suratında binbir ifade. Belli ki çok duygulu! Ona bakarken birden ne hissettiğini ne düşündüğünü yüzüne bakarak çıkarmaya çalıştığımı farkediyorum. Lie to me den bana miras kalmış! Aklıma düşüyor; "noldu bu diziye yahu?!" diyorum. 2.sezon 10.bölümde kalmıştık en son.( Şöyle abuk subuk yerlerde ara veren dizilere de nası sinir oluyorum!) Filmi durdurup hemen bi bakıyorum dizinin akıbetine ve sevindirici haberi alıyorum. 7 Haziran Pazartesi günü Lie to Me -Beat the devil isimli yeni bölümü ile sevenleriyle buluşuyor. Ve biz de keyifle Tim Roth izlemeye devam ediyoruz...

Tembel Duası!

Resim
Tarih: 2 gün öncesi Saat: Gece yarısını epeyce geçmiş Dizlerimin üstünde yeni oyuncağım, kafamda yapılacak birden fazla projenin düşüncesi ve içimde bunun getirdiği sıkıntı, oturmuş her zaman olduğu gibi son ana bıraktığım işleri yetiştirme telaşına girmişim. Puf un üzerindeki o güne ait gazete takılıyor gözüme. Kaç gündür gazete okumamışım ben! Oysa babamın her sabah aldığı gazeteyi okumak yemek yemek gibi bişey sayılır benim için. Bununla birlikte, sonuca varamasam bile, uğraştığım işler yüzünden hiç avarelik edemediğimin farkına varıyorum. Takip ettiğim dizilerin ben izleyemeden son bölümüne bir yenisi eklenmiş. İndirdiğim filmler klasörde bekleyip durmuş. Sinemaya gitmeyeli de epey olmuş. Bloga yazmayalı... Yazılanları okumayalı... Faydalı bişeyler yapmadığına üzülür insan elbette, zamanını verimli kullanamamaktan şikayet eder. Ama özlüyorsun böle kafan rahat vakit öldürmeyi! Şu bela zamanlar bi geçsin diyorum. Bi geçsin de artık tembelliğin tadını çıkaralım. Vakti geldi de ...

Ayakkabı Bağlayıcılar!

Resim
Geçen gün yine reklam izliyorum televizyonda...ki en sevdiğim şeylerden biridir. Güzel bir reklam çıktığında kanal değiştirilirse olay çıkarırım! Anadolu sigortanın ev hanımları için emeklilik reklamına rastladım. Hatırlıyorsunuzdur; iki çocuk kendi aralarında konuşuyorlar. Babaları tek mesleğin erbabı olmuşken annelerinin yaptıkları işleri saya saya bitiremiyorlar. Çok sevimli, çok içten bir reklam olmuş. Hepiniz o küçük kıza hak vermiştir. Annesi için saydığı işlerin pek çoğu onun için gerçekten çok mühim işlerdir, her biri birer meslektir bazılarını biz öyle görmesek de... Örneğin reklamın sonunda söylediği ayakkabı bağlayıcılığı . Hepimiz belli bir yaşa kadar bu işi annemize babamıza yaptırır, yaş kemale erince kendimiz yaparız. Ama işin aslı öyle değil işte. Her babayiğidin harcı değil ayakkabı bağcıklarını bağlamak. Gerçekten meslek olası bi olay bu. Çünkü olmayınca olmuyor işte. Geldim şu yaşıma, hala daha bağcıklarım yerde geziyorum! İdareten bi bağlayıveriyorum evden çıka...

O değil de...

Resim
                 O değil de, Ezgi Mola Türkiye'nin Marion Cotillard'ı gibi bence. Ya da Marion Cotillard Fransa'nın Ezgi Mola'sı... Aynı sempatiklik, aynı içtenlik, aynı ışık... Az daha yüzleri gözleri de benzeyecekmiş!

Hayat Ne Tuhaf; Vapurlar Filan !

Resim
Yeni bir gün daha başlıyor. Tüm cemrelerin çoktan düştüğünü gösteren ılık bir hava; tatlı tatlı yüzümü yakan bir güneş ve çiçeklenen ağaçlar. Okula gitmeden Kadıköy'e uğramam lazım, film festivali için bilet alınacak. Salonda kalan 3,5 beter yerden arkadaş yanı koltuklar temin edilecek! Uzun zaman mı olmuş gündüz gözüyle Kadıköy'e gitmeyeli? Hafiften bir sızı içimde; elimi kolumu nereye koyacağımı bilmeden yürürken! Biletix' e bir güzel hizmet bedellerini bayılarak alıyorum biletleri.İşler tamamlanınca hemen beşiktaş vapuruna yetişmeli derse geç kalmamak için. 45 vapuruna yetişiyorum neyseki. Madem hava güzel, madem vapurdayım; dışarıda oturayım diyorum eskisi gibi! Vapur hareketlenince hafiften bir deniz kokusu geliyor burnuma; İstanbul'da da deniz pek kokmaz ya! Ve güneş vuruyor yüzüme, sıcaklığı içimi ısıtıyor. Kaldırıp kafamı kapıyorum gözlerimi. 25 dakikalığına da olsa doyuyorum günün tüm güzelliğine... Ve şaşırıyorum; nasıl...

Mutlu Et Kendini...

Resim
Bizim mutlu olmamız için her daim çalışan, didinen eti browni sonunda intense'i buldu! Tamam o ıslak kek browni ler bizi bizden alıodu, reklamdaki özge özpirinçi gibi ağzımıza burnumuza bulayasımız geliyordu ama daha iyisi de oluyomuş ki... Artık reklamları da dönmeye başladı kanallarda. Intense'i yerken Demet Evgar gibi durumdan hoşnut sesler çıkarma ihtimaliniz yüksektir! İlk tepki Ezel'deki Ali misali "noluo lan" denmesidir...ufacık tefecik görünür ama içindeki çikolata ilk etapta sizi boğabilecek kadar yoğun gelir. Tadımlık değil, kısa bi süre için de olsa doyumluktur.  Her derde deva browni intense'i bulan üreten dağıtan herkesten Allah razı olsun; her yer çikolata dolsun...(Amin)